Cömertliğin Zirvesi: İsâr
Kardeşlerim!
Fedakârlık, vefakârlık, paylaşma, gerçek anlamda kardeş olma hususunda ibret dolu şu olaya gelin hep birlikte kulak verelim:
Sahabeden bir kadın elinde bir parça kumaşla Peygamberimiz (s.a.s)’e gelerek “Ya Resulallah! Bu kumaşı giysi olarak kullanmanız için kendi elimle dokudum.” der. O günlerde böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz bu hediyeyi alır, üzerine örtünür ve ashabının yanına gelir. Ashabın içinden biri bu yeni kumaşı beğenir ve Allah Resulü’nden kendisine hediye etmesini talep eder. Rahmet Elçisi, bu kişiyi kırmaz ve kumaşı ona hediye eder. Fakat ashaptan bazıları bu durumu hoş karşılamaz ve “Hiç iyi yapmadın. Efendimizin buna ihtiyacı vardı. Kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bildiğin halde o kumaşı istedin.” diye o şahsa çıkışırlar. Sahabî ise, onu giymek için değil, Resulullaha ait bir örtüyü kendisine kefen yapmak için istediğini söyler ve nitekim dediği gibi de olur.[1]
Bu olay, Merhamet Peygamberi’nin, başkalarını kendine tercih etme yüceliğini ve sahabenin Peygamber sevgisini ortaya koyan ne güzel bir örnektir. Gereksiz kaygılar uğruna çoğu zaman sadece kendini düşünen bizler için de anlamlı mesajlar içerir.
Değerli Kardeşlerim!
Yüce dinimizin ısrarla üzerinde durduğu bir değer vardır. Bu değer, başkalarını kendine tercih edebilme erdemi olan îsârdır. Îsâr, kendi muhtaç olsa da insanın, kardeşinin de ihtiyacını düşünmesidir. Îsâr, kendimiz dışındakilerin dertleriyle dertlenebilmektir. Böylesine yüce bir davranışı ifade eden bu kavram, İslam kardeşliğinin temel taşı, cömertliğin zirvesidir.
Dinimize göre paylaşma, yardımlaşma, dayanışma güzeldir. Bunu kendi ihtiyacımız varken yapabilmek daha da güzeldir. Zira bu davranış, kardeşlerimizin ihtiyacını kendi ihtiyacımıza yeğlemektir.
Allah Resulü, şu sözüyle mü’minde bulunması gereken bu ulvi meziyete işaret etmiştir: “Kişi, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz.”[2]
Kıymetli Kardeşlerim!
Rahmet Elçisi’nin yardımlaşma ve paylaşım konusundaki bu tutumu ortadayken ihtiyaç sahiplerini görmezlikten gelmek, malın mülkün esiri olmak üzücü bir durum değil midir? Bu anlayışın sonucu olarak dünya, kendisiyle ahiretin kazanılacağı bir imtihan yeri olarak değil, sadece mal ve menfaat elde etme yeri olarak görülür. Kerim Kitabımız, böylesine bir anlayışa kapılanların ahiretten nasiplerinin olmadığını haber verir.[3] “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.”[4] ayeti de, malın kalıcı bir servete dönüştürülmesi gerektiğini bildirir.
Kardeşlerim!
Ne zaman, nerede ve nasıl karşılaşacağımızı bilemediğimiz o malum son bizleri de bulacak. Elimizde avucumuzda ne varsa hepsi başkalarının olacak. Yanımızda sadece gerçek servetimiz olan hayırlı ve güzel işlerimiz kalacak. Bugün bizi oyalayan dünya meşgalesi, dün de bizden öncekileri oyalamış, farkında olmadan onların ömür sermayelerini tüketivermişti. Bugün onlardan hayırla yâd edilip hatırlananlar, sahip olduğu imkanları fakir ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşıp, cömertlik ve diğerkâmlıkta öne geçenlerdir. Sevgili Peygamberimiz’in “Asıl zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur”[5] hadisinde anlamını bulduğu şekilde; aradığımız huzur, mal biriktirmede değil, vermededir. Özlediğimiz kardeşlik, bencillikte değil diğerkâmlıktadır. Gerçek sermaye de ahirete götürdüklerimizdir.
O halde muhterem kardeşlerim! Gelin, en yakınımızdan başlayarak, kimsesizlerin kimsesi, açıkta kalanların elbisesi, aç kalanların sofrası, hastaların ilacı olalım. Bir gün bizim de ihtiyaç sahibi olabileceğimizi düşünerek ihtiyaç sahibi kardeşlerimizi unutmayalım. Hayat yolculuğunda kendimiz dışındakileri de hesaba katalım. “…Kendileri ihtiyaç içerisinde olsalar bile muhtaçları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[6] ayeti bu konuda pusulamız olsun.
Hazırlayan: Ali GÜLDEN
Tashih: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü