Efendimiz S.A.VMedine Dönemi

Veda Haccı

Hicretin 10. senesi, Zilhicce ayı. (Milâdî, Mart 632.) Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin onuncu yılının Zilkàde ayında iken hacca hazırlandı. Medine’deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Ayrıca, Medine dışındaki Müslümanlara da bu maksatla hazırlanıp Medine’de toplanmaları için haber gönderdi.

Bu haber üzerine, haccetmek arzusunda olan binlerce Müslüman Medine’ye akın etmeye başladı. Çok geçmeden Medine îmân ve İslâmın nuruyla münevver simalarla dolup taştı. Medine etrafında çadırlar kuruldu.

Müslümanlar eşsiz bir bayram sevinci yaşarken, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz de, tebliğ ettiği azametli davanın muazzam neticesini görmenin huzur ve saadeti içinde Cenâb-ı Hakka hamd ve şükrediyordu.

Medine’den ayrılış

Zilkâde ayının çıkmasına beş gün vardı. Günlerden Cumartesi idi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Medine’de yerine Ebû Dücâne es-Sâidî’yi vekil tayin etti.1 Hâne-i Saadetinde yıkandı. Güzel kokular süründü. Yeni elbiseler giydi. Öğleye doğru Hâne-i Saadetinden çıkıp Mescid-i Şerife gitti. Öğle namazını kıldırdı.2

Fahr-i Âlem Efendimiz, etrafını nurânî halkalar halinde sarmış olan yüz bini aşkın Müslümanla birlikte Medine’den hareket ederek Zülhuleyfe mevkiine vardı. Geceyi, muazzam, cemaatıyla burada geçirdi.

Ertesi günü, öğle namazını burada edâ ederek ihrama girdi ve herbiri insanlık âleminin birer yıldızı olan Sahabîleriyle birlikte Mekke-i Mükerremenin yolunu tuttu.

Fahr-i Âlem Efendimizin beraberinde bütün Ezvâc-ı Tahirat ve hayattaki tek evlâdı Hz. Fâtıma da vardı.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, devesi Kasva’nın üzerinde idi. On binlerce Sahabî o Mânevi Güneşin etrafında yörüngelerini kaybetmeyen gezegenleri andırıyordu. Dillerde sadece telbiye vardı:

“Lebbeyk Allahümme Leybeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke Lebbeyk. İnnelhamde vennimete leke ve’l-mülk. Lâ şerike leke.”

Sanki yeryüzü bir ağız olmuş, aynı “telbiye”yi yüzbinler dil ile tekrarlıyordu. Fahr-i Âlem Efendimiz ve Sahabîlerin sevinç ve heyecanına âdeta yer ve gök iştirak ediyordu.


Mekke’ye varış

Tarih: Zilhicce ayının dördü, Pazar günü, sabahın erken saatleri.

Fahr-i Âlem Efendimiz, etraftan gelenlerin de katılmasıyla yüz bini aşkın Müslüman hacılarla Mekke’ye üst kısmından, Seniyyetü’l-Kedâ mevkiinden girdi.1 Kâbe-i Muazzamayı görünce, “Yâ Rabbi! Bu muazzam mâbedin azamet, şeref, keramet ve mehabetini arttır”2 diye duâ etti.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Beytullaha vardı. Hacerü’l-Esvedi istilâm etti3 ve o köşeden Kâbe-i Muazzamayı tavafa başladı. Tavafın ilk üç devresinde adımlarını kısaltıp, omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve çalımlı bir şekilde yürüdü. Kalan dört devresini ise ağır ağır yürüyerek tavafını tamamladı.

Kâbe’nin etrafını yedi defa dolaşarak tavafı tamamladıktan sonra Makam-ı İbrahime vardı. Orada iki rekât namaz kıldı.1 Sonra tekrar dönüp Hacerü’l-Esvedi istilâm etti. Bu esnada Hz. Ömer’e, “Ey Ömer! Sen, güçlü kuvvetlisin. Hacerü’l-Esvede yetişmek için başkasına omuz vurma! İnsanları, güçsüzleri rahatsız etme! Eğer, tenhâ bulursan onu istilâm et! Yok tenhâ bulamazsan, uzaktan el sürüp öpme işareti yap ve kelime-i Tevhid oku, tekbir getir”2 buyurdu.

Peygamberimizin sa’y edişi

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bundan sonra Safa Tepesine çıktı. Orada Cenâb-ı Hakka hamd ve şükrünü takdim etti. Buradan inerek Safâ ve Merve arasında yedi kere sa’y etti.

Mina’ya gidiş

Mekke’de Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri kalan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Perşembe günü Mina’ya gitti. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada cemâatla edâ etti. Geceyi orada geçirdi. Zilhicce’nin dokuzu Cuma günü sabah namazını edâ ettikten sonra Mina’dan Arafat’a doğru hareket etti.3

Ashab-ı Kiramın getirdiği telbiye ve tekbirlerle âdeta yer gök çınlıyordu.

Vedâ Hutbesi

Arafat’ta Allah’a hamd ve senâdan sonra hususî olarak o sırada hazır bulunan yüz bini aşkın (120.000) Sahabîye, umumî olarak da bütün Müslümanlara, bütün insanlığa değişmez, eskimez ölçüler ihtiva eden şu hutbesini irâd buyurdu:

“Bismillâhirrâhmânirrahîm.

“Ey insanlar!

“Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

“İnsanlar!

“Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

“Ashabım!

“Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

“Ashabım!

“Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lâkin anaparanız size âittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

“Ashabım!

“Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdülmuttalib’in torunu İyas bin Rabia’nın kan dâvâsıdır.

“Ey insanlar!

“Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapılmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

“Ey insanlar!

“Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

“Ey mü’minler!

“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir.

“Mü’minler!

“Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

“Ey insanlar!

“Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisâba kalkan köle, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğrasın. Cenâb-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehâdetlerini kabul eder.

“Ey insanlar!

“Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır.

“Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.

“Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

“Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.

“İnsanlar Lâ ilâhe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a âittir.

“İnsanlar!

“Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?”

Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:

“Allah’ın elçiliğini ifâ ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehâdet ederiz.”

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şehâdet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:

“Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!”1

Öğle ve ikindi namazlarının beraber kılınışı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bütün insanlığa en yüksek ve kudsî bir ders olan Vedâ Hutbesini sona erdirdiği sırada Hz. Bilâl-i Habeşî öğle ezanını okumaya başladı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ve Ashab-ı Kiram, huşu içinde susup ezanı dinlediler. Ezan bitince, Hz. Bilâl kaamet getirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, o muhteşem cemaata imam olup önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yine kaamet getirilerek ikindi namazını kıldırdı. Böylece Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir ezan iki kaametle iki vaktin namazını birleştirdi.2

İlk işâret

İkindiden sonraydı, vakit akşama yakındı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, devesi Kasvâ’nın üzerindeydi. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı seçtim.”1

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu âyeti okuyunca, Ashab-ı Kiram son derece sevinip ferah duydular. Sadece biri ağlıyordu: Hz. Ebû Bekir. Sahabîler buna bir mânâ veremediler. Niçin ağladığını sorduklarında, “Bu âyet, Resûlullahın (a.s.m.) vefâtının yakın olduğuna delâlet ediyor. Onun için ağlıyorum”2 cevabını aldılar.

Hz. Ebû Bekir’in söylediği ve anladığı sır doğru idi. Zira bu âyet, Fahr-i Kâinat Efendimizin dünyadan göç etme zamanının yaklaşmış olduğuna ilk işâret idi. Çünkü, teklif ve tebliğ edilmesi gereken şeyler bittiğine göre, teklif ve tebliğ edenin vazifesi de son bulacak demekti.

Aynı sırrı, Hz. Ömer’in de idrak ettiğini kaynaklar zikrederler.3

Arafat’tan Müzdelife’ye

Cuma günü, güneş battıktan sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz (a.s.m.) devesi Kasvâ’nın üzerinde ve terkisinde Üsâme bin Zeyd ile birlikte, Arafat’tan Müzdelife’ye geldi. Bu sırada akşam namazı vakti çıkmış, yatsı namazı vakti girmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir ezan iki kaametle önce akşam, arkasından da yatsı namazını kıldırdı.4

Peygamber Efendimiz Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan geceyi Müzdelife’de geçirdi. Cumartesi günü sabah namazını orada edâ ettikten sonra Meş’ar-ı Harama geldi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ashabına “Cemre’de1 atılacak ufak taşları toplayınız” diye emretti ve taşların nasıl atılacağını gösterdi.

Sonra Akabe Cemresine birer birer yedi ufak taş attı. Her taş atışında “Allahü ekber” diyerek tekbir getiriyordu. Bu arada Ashab-ı Kiram da aynı şekilde Cemre taşlarını atıyorlardı.

Peygamberimiz Akabe Cemresine yedi taşı attıktan sonra Mina’ya döndü.

Kurban kesme

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz oradan kurban kesme yerine gitti. Ömr-ü saadetlerinin her bir senesi için bir kurban olmak üzere atmış üç kurbanı bizzat mübarek elleriyle kesti.2 Saçlarını traş ettirdi. Kesilen saçlarını hatıra olsun diye Sahabîlerine birer ikişer dağıttı. Bu da ashabından ayrılığının yaklaştığına işâretti. Ayrıca: “Ey insanlar! Haccın usûl ve erkânını benden öğrendiniz. Bilmem, ama belki bundan sonra benimle görüşemezsiniz” buyurarak da bu işâreti kuvvetlendirdi.

Peygamberimizin (a.s.m.) saçının ön kısmı traş edildiği sırada, Hz. Halid bin Velid, “Yâ Resûlallah” dedi, “alnın üzerindeki saçınızdan bana verir misiniz?”

Peygamber Efendimiz onun bu isteğini kabul etti ve kendisine saçının ön kısmından bir kaç tel verip hayatında devamlı muzaffer olması için duâ etti. Hz. Halid, mübârek saçları alıp gözüne sürdü, sonra da külâhının önüne yerleştirdi.

Resûl-i Ekrem Efendimizin o saç ve duâsının bereketi hürmetine Hz. Halid girdiği her harpten muzaffer çıkmıştır. Nitekim kendisi de, “Ben, onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu”3 demiştir.

Peygamberimizin ifâza tavafı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurban bayramının birinci günü öğle vaktinden önce ifâza (ziyâret) tavafını yapmak üzere Kâbe-i Muazzamaya gitti. Müslümanlara da gitmelerini emir buyurdu. Tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı. Zemzem Kuyusundan su içti.1

Resûl-i Ekrem Efendimiz o gün akşama doğru Mina’ya döndü.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurban bayramının ikinci ve üçüncü günü, güneş batıya doğru eğrildiği zaman yaya olarak Mina Mescidinden sonraki İlk Cemrenin yanına vardı. Oraya birer birer yedi tane çakıl taşı attı. Her birini atarken “Allahü ekber” diyerek tekbir getiriyordu.

Bundan sonra İkinci Cemre, ondan sonra da Cemre-i Akabe denilen Üçüncü Cemre’nin yanına vardı. Her birisine birer birer yedi taş attı. Her birini atarken “Allahü Ekber” diyerek tekbir getiriyordu.2

Muhassab’a gidiş

Zilhicce’nin on üçü, Salı günü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mina’dan Muhassab denilen taşlık yere gitti. Orada çadırı kurulmuştu. Bu sırada Ashab-ı Kirama hitaben şöyle buyurmuştu.

“Allah, sözümü güzelce ezberleyip, sonra da onu duymayanlara ulaştıran kimselerin yüzünü nurlandırıp neşelendirsin. Olabilir ki, anlayan kendisinden daha iyi anlayana onu ulaştırır.

“İyi biliniz ki, üç şey mü’min ve Müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz.

1. Allah’ın rızasını gözeterek ihlâs ile amel,

2. Müslüman olan âmirlere nasihat ve itaatta bulunmak,

3. Müslüman cemaata îtikâd ve sâlih âmelde tabi olmak.”3

Vedâ tavafı

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz sabah namazından önce, Beytullaha tavaf için gidileceğini Ashab-ı Kirama ilân etti. Daha Sonra Kabe-i Muazzamaya gidip veda tavafını yaptı.1

Zilhicce’nin on dördü, Çarşamba günü. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ve Ashab-ı Kiram, Vedâ Tavafından sonra, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye doğru yola çıktılar. Gadir-i Hum Vadisinde konakladılar. Efendimiz orada öğle namazını kıldırdı. Namaz bitince Ashabına, “Ey insanlar! Biliniz ki, ben de bir insanım! Çok sürmez yüce Rabbimin elçisi gelecek, beni ebedî âleme çağıracak. Ben de onun dâvetine icâbet edeceğim. Yakında size vedâ edeceğim” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Eğer sadâkatle sarılırsanız, sizi doğru yolda muhafaza edecek iki şey bırakıyorum: Onların birincisi Allah’ın Kitabı Kur’an’dır ki, içinde hidâyet ve nur vardır. Ona sım sıkı sarılınız! İkincisi de Ehl-i Beytim’dir.”2 (*)

Bu sözlerinden sonra Hz. Ali’nin elinden tuttu. “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır” buyurdu ve arkasından, “Allah’ım! Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol!” diye niyazda bulundu.1

Peygamberimizin (a.s.m.) yakında ebedî âleme göç edeceğini haber veren yukarıdaki sözleri, Ashab-ı Kiramı hüzne boğdu. Uğrunda canlarını fedâ ettikleri, öz nefislerinden daha çok sevdikleri Kâinatın Efendisi aralarından gidecekti.

Şimdiden âdeta kendilerini bir yetim kabul edip gözyaşları döküyorlardı.

Medine’ye varış

Medine görününce Peygamber Efendimiz üç defa tekbir getirdi. Sonra âdetleri olan duâyı yaptı:

“Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah tektir, ortağı yoktur. Mülk Onundur. Bütün hamd de Ona mahsustur. O, her şeye kadîrdir.

“Rabbimize yönelici, günahlarımızdan tevbe edici, Rabbimize kulluk, secde ve hamd edici olarak dönüyoruz.”2

Medine’ye girince Efendimiz doğruca Mescid-i Şerife vardı. Orada iki rekât namaz edâ ettikten sonra Hâne-i Saadetine döndü.

Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin ilk ve son haccı oldu.

* * *

Yalancı Peygamberlerin Çıkışı

Esved-i Ansî’nin nübüvvet iddiâsında bulunması

Peygamber Efendimizin Veda Haccından sonra, etraftan gelen Müslümanlar memleketlerine dönmüşlerdi. Aldıkları talimatları memleketlerine götürmüşler, halka onları anlatmışlardı.

Veda Haccı esnasında inen (Mâide Sûresi, 3) âyet-i kerime dinin kemâle erdiğini beyân ediyordu. Bu Resûl-i Kibriyâ Efendimizin aynı zamanda vefatının da yaklaştığının ifadesi oluyordu. Bunu bir kısım Müslümanlar sezmişti. Veda Haccından sonra Peygamber Efendimizin hastalanması ise bunu kuvvetlendirmişti.

Bu esnâda Araplardan bazı kimseler peygamberlik davasına kalkıştı.

Bunların ilki, Benî Ans Kabilesinden Esved-i Ansî diye tanınan Abhele bin Ka’b idi. Kâhin ve hokkabaz bir adamdı. Sözleriyle halkı tesir altına alırdı.1

Yemen’de ortaya çıkan bu adam, peygamber olduğunu ve meleklerin kendisine vahiy getirdiğini iddia etmeye başladı. Bir takım yalan, dolan ve hilelerle Yemen ahalisinden bir çok kimseyi aldattı. Necran halkı da ona tâbi oldu. Daha sonra San’a’ya gidip orayı da zaptederek fesad ve irtidat dâiresini genişletti.

Yemen’de bulunan Müslüman vali ve memurlar orayı terk etmek durumunda kaldılar. Hz. Muaz bin Cebel, Ma’rib’de bulunan Ebû Mûsa el-Eş’ari Hazretlerinin yanına gitti. Daha sonra ikisi oradan Hadramut’a gittiler.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz durumu haber aldı. Yemen’deki Müslümanlara; “Her nasıl olursa olsun Abhele’nin hakkından geliniz” diye haber gönderdi.1

Yemen’deki Müslümanlar bu emir üzerine derhal harekete geçtiler. Sonunda onu evinde öldürdüler. Esved’in öldürüldüğü haberi Medine’ye Peygamber Efendimizin vefatından bir gün önce Pazar günü ulaştı. Yalancı Esved’in öldürülmesinden sonra Müslüman vâli ve memurlar tekrar Yemen’e döndüler.

Müseylime-i Kezzabın peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkışı

Yine Hicretin onuncu senesinde Müseylime-i Kezzab Yemâme’de peygamberlik davasına kalkıştı.

Müseylime, daha önce Benî Hanife temsilcileri ile görüşüp Müslüman olmuştu. Yemâme’ye dönünce irtidâd etti.2

İrtidat ettikten sonra Müseylime, Peygamberimize ortak olduğunu iddia etmeye ve yaymaya başladı. Kısa zamanda, hokkabazlık ve sihirbazlığıyla Benî Hanif ve Yemâme halkından bir çok kimseyi kandırıp etrafına topladı.

Hattâ, bir ara Kur’an-ı Kerim’i bile taklide kalkıştı. Bir takım gülünç sözler dizip Kur’an diye okurdu. Uydurduğu laflardan bazıları şunlardı:

“Fil nedir? Filin ne olduğunu sana ne bildirdi?

“Onun hurma lifinden ip gibi kuyruğu ve uzun hortumu vardır.

“Bu Rabbimizin yarattıklarından azıcığıdır!”

Müseylime’yi gülünç duruma sokan bir başka sözü ise şuydu:

“Ey kurbağa kızı kurbağa! Ne diye nak nak, vak vak edip duruyorsun? Üstün suda, altın balçıkta! Sen, ne suyu bulandırabilirsin, ne de içene mani olabilirsin! Yarasa, sana ölüm haberini getirinceye kadar bekle!”1

Peygamber Efendimiz, Necid diyarında bulunan Müslümanlara da haber göndererek, Müseylime-i Kezzab’ın hakkından gelmelerini emir buyurdu.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin ebediyyet âlemine irtihalinden sonra, Hz. Ebû Bekir, Halid bin Velid komutasında Müseylime’nin üzerine bir ordu gönderdi. Vahşi bin Harb, Hz. Hamza’yı şehid ettiği mızrağıyla onu öldürdü.

Üsâme Ordusu

Hicretin 11. senesi, Sefer ayının yirmi altısı, Pazartesi günü idi. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin hastalanmasından bir gün önceydi. Buna rağmen o, yine İslâmın istikbal ve inkişâfını ilgilendiren tedbirler almak, gerekli teşebbüslerde bulunmakla meşguldü.

Bizans, İslâm Devleti için her zaman bir büyük tehlike hüviyetini koruyordu. O zamana kadar da gerekli dersi tam manasıyla almış değildi.

Bu sebeple Peygamber Efendimiz o tarafa büyük ehemmiyet veriyordu.

Pazartesi günü, Ashab-ı Kirama sefer için hazırlanmalarını emretti. Hedef belli idi: Bizanslılarla, yâni Rumlarla muharebe. Emri duyan Müslümanlar evlerine dağılıp süratle hazırlığa başladılar.

Ertesi gün, yani Salı günü Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Üsâme bin Zeyd Hazretlerini huzuruna çağırttı. Ona şu emri verdi:

“Seni hazırlanan ordunun başına komutan tayin ediyorum. Sürâtle harekete geç, babanı şehid edenler üzerine yürü. Allah, sana zafer ihsan ederse, orada fazla durma, geri dön!”1

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu