İslâmiyet’in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı.
Allahü teâlâ, azîmetle iş yapmayı sevdiği gibi, ruhsatla yapmayı da sever. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İslâmiyet’te bir işin yapılması için iki yol vardır. Bunlardan biri ruhsat, diğeri azîmet yoludur. Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azîmet ile amel etmesi efdaldir, daha iyidir. Güç olan işi yapmak nefse ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbâdetler nefsi zayıflatmak için, kırmak için emrolundu. Çünkü nefs, insanın ve Allahü teâlânın düşmanıdır. Onu zayıflatarak azmasını önlemek lâzımdır. Fakat büsbütün öldürülmez. Çünkü bedenin hizmetçisidir. Ahmak ve câhil hizmetçidir. Zayıf, hasta, sıkışık halde olan kimsenin, ibâdetlerini işlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapması lâzımdır. (Abdülhakîm Arvâsî)
Ruhsatın sebebleri çoktur. Normal şartlar altında murdar eti (leş) yemek harâmdır. Fakat açlıktan ölüm ile karşı karşıya gelen kimsenin, ölmeyecek kadar murdar eti yemesi mubâhtır, buna izin verilmiştir. Bu bir ruhsattır. Bâzan zarûret ve meşakkat za mânında bile olsa, ruhsatı değil, güç ve zor olanı yapmak olan azîmeti yapmak daha iyidir. Meselâ, ölüm ile korkutulan kimsenin, îmânını gizlemesi ruhsat olduğu hâlde, gizlememesi azîmettir. Bâzan da ruhsatı yapmak daha iyi olur. Yolcunun oruç tutmaması böyledir. Yolcu, orucu tutarak hastalanır ölürse, günâha girer. (Serahsî, Abdülhakîm Arvâsî)