Vakıflar

Aziz Müminler!
İslâm’ın ilk yıllarından itibaren müslümanlar hayır müesseseleri yapma konusunda büyük gayret göstermişlerdir. Özellikle hayır işlerinde yarışmayı, sadaka vermeyi, ihsanda bulunmayı teşvik eden ve “infak” etmenin faziletini bildiren âyetler bu konuda etkili olmuştur.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde “Bize varis olunmaz. Bizim bıraktıklarımız sadakadır” buyurmuş, bir başka hadislerinde de muhtereme annelerimiz olan ezvâc-ı tahirât’ın nafakası ve çalışanların ücretinin dışında kalan mallarının sadaka olduğunu ifade buyurarak Medine, Fedek ve Hayber’deki hisselerini vakfetmiştir.
Peygamber Efendimizi örnek alan sahabe-i kiramdan bazıları da bir kısım mallarını vakfetmiştir. Nitekim Ebu Talha (r.a.) “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe nail olamazsınız” âyeti nazil olduğunda Peygamber Efendimize (s.a.v.) gelerek “Rabbimiz bizden mallarımızı istiyor; şahit ol Yâ Resûlallâh! Ben en sevdiğim arazimi Allah rızası için hayra tahsis ettim” diyerek onu vakfetmişti.
Hz. Ömer de, Hayber’in fethinden sonra ganimet hissesinden bir araziye sahip olunca “Ey Allah’ın Resûlü! Ömrümde böyle güzel ve kıymetli bir malım olmamıştı. Bu arazi hakkında ne emredersiniz” deyince Fahr-i Kâinat Efendimiz de vakfetmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Hz. Ömer de, söz konusu araziyi satılmamak, hibe edilmemek ve miras bırakılmamak şartıyla, ihtiyaç sahiplerinin yararına vakfetmiştir.

Muhterem Müslümanlar!
Ecdadımız, devletin ilk yıllarından itibaren vakıf geleneğini devam ettirmiş, fethedilen şehirlerde Bursa’dan Budapeşte’ye, Kırım’dan Yemen’e kadar büyük vakıflar kurmuştur.
İçerisinde yaşadığımız İstanbul, fetihten sonra tesis edilen vakıflar sayesinde bir İslâm şehri haline gelmiştir. İstanbul’un bir medeniyet ve kültür merkezi olarak şekillenmesinde Sultan Fatih tarafından yapılan vakıf eserleri ve müştemilatı önemli bir yer tutar.

Muhterem Kardeşlerim!
Ecdadımız vakıf senetlerinde kendilerinden sonra vakfı koruyanlara dua ettikleri gibi, değiştirip bozanlara da beddua etmiştir.
Tarih boyunca müslümanlar vakfa riayet etmemeyi ve vakfın şartlarını bozmayı büyük bir vebal saymışlardır. Vakfiyelerde yer alan esasların her biri bir kanun hükmünde olup, zamanın hükümdarı bile ona riayet eder değiştirmeye teşebbüs etmezdi. Ancak zamanla bu hassasiyet zayıfladığından bir kısım vakıflar harap olmuş, gayelerinin dışında kullanılmış, hatta bazı vakıflar, şahısların mülkiyetine geçmiştir.
Vakıflara dinimizin biz müslümanlardan istediği hassasiyeti göstermeyi hatırlatır, sonraki nesillere sayısız vakıflar bırakan ecdadımızı minnet ve rahmetle yâd ederiz.

Dr. Hasan Gümüşoğlu
İstanbul Merkez Vaizi

Hac 22/77, Mü’minûn 23/61; Fatır 35/32.
Bakara, 2/262; Sebe’ 34/39; Münâfikûn, 63/10.
Buharî, “Meğazî” 38.
Buharî, “Vasayâ 32”.
Aynî, Bedrüddîn, Umdetü’l-kârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Kahire 1972, XI, 309; XIV, 267.
Âl-i İmran 3/92.
Buhârî, “Vasayâ” 26.
Buhârî, “Vasayâ” 28.
Aynî, Umdetü’l-kârî, XI, 303-4.
Osman Ergin, Beledî Bilgiler, İstanbul 1934, s.102.

Exit mobile version